28 Mayıs 2011 Cumartesi

knock knock knockin on heavens door


bu fırında makarna benim eserim. tadı görüntüsü kadar kötü değil demek isterdim ama ne yazık ki tadı daha bile kötü olabilir.
yeni bir eve taşınıyorum, deniz manzaralı, parkeli :) ve bayağı güzel bir ev. taşınmayı çok sevdiğimi fark ettim. yeni bir eve taşınmanın çözemeyeceği hiçbir şey yok bence. mutsuzluk, depresyon, ayrılık acısı. hiçbir şey. tabi bu saydıklarımın hiçbirinden muzdarip değilim çok şükür ama eğer olsaydım bence yeni bir eve taşındığımda bunları umursamazdım.
yeni evlere taşınmanın insana sağlıklı yaşamı, kahve yerine bitki çaylarını ve mc donalds yerine spor salonlarını düşündüren bir tarafı var. yeni bir insan olacaksın ve sağlıklı, modern, güzel ve yalnızlıktan keyif alan biri olarak evinde tadı artık sana iğrenç gelmeyen bitki çayını '' yudumlayacaksın ''. kulağa mantıklı geliyor bence.
şimdi, henüz taşınmadığım için kahve içiyorum ve behzat ç. nin kızını niye öldürdüler diye düşünüyorum. eski evde behzat ç yi merak etmek çok uygun bir davranış ama yeni evimde dizi izlemeyeceğim. ya da sadece behzat ç yi izlerim belki, ama televizyonda. internetten dizi izlemek çok bitkiçayıolmayan bir davranış stili. türkçe konuşabilmek için unbitkiçayı yazacağım yerde çirkin bir yeni sözcük yarattım, pişmanım.
evimi artık sevmiyorum. nedenini aylar sonra artık insanlara anlatabilecek noktaya geldiğim için anlatayım, evin bahçesinde bir kedi vardı ve sürekli hamile kalıyordu. yani ben taşındığımda üç yavrusu vardı ve onlara bakıyordu, ben de onlara mama falan alıyordum ve aramızda bir bağ kurulmuştu yani. sonra o üç yavru büyüyüp kendi yollarına gidince yeniden hamile kaldı ve dört yavrusu daha oldu, apartmanın en alt katındaki ayakkabılığa yerleşti ve onlara bakmaya başladı. biz de her gün mama ve su götürüyorduk önüne ve çok mutlulardı. sonra bir gece, bir sürü miyavlama sesi falan geldi ama oturduğum semt kedisever bir semt olduğu ve milyarlarca kedi her gece kavga ettiği için umursamadım. sabah uyandığımda apartmanın önünde küçük kedi ölüleri vardı, erkek kediler gelip yavruları boğmuşlardı.
anne kedi öylece duruyordu ve yavruların öldüğüne inanamamıştı yani, alt kata gidip ayakkabılığın önünde duruyordu sürekli, yavrular bir yerden çıkar diye. bu kadar kötü bir hikaye anlattığım için üzgünüm, ama evimi sevmememin sebebi bu.
yeni evim çok güzel, izmirde gördüğüm en güzel ev hatta. parke evleri ne kadar çok sevdiğimi, fayans kaplama bir evde oturana dek bilmiyordum, ama anladım ki parke ev demek, fayanssa inşaatta uyuduğun hissinden başka bir şey vermiyor insana.
bu aralar finallerle uğraşıyorum ve çoğu evde hazırlanacak ödevler olduğu için bir sürü şey okumam gerekiyor. frankfurt okulunu frankfurtta bir okul zannederek girdiğim güzel üniversitemden böyle bilgi dolu ayrılacak olmak çok hoş, üstelik edebi olmayan kitapları insanların neden okuduğuna dair de bir fikrim var artık. zor bir matematik problemini çözünce alınan keyfin benzeri bir keyif veriyor bu kitaplar, anlıyorsun ve anladığın için kendini iyi hissediyorsun.
bir senaryo yazdım, tekrar okuduğumda bok gibi olduğunu fark ettim ama mühim olan bu değil, senaryo yazmanın öykü yazmaktan daha bile kolay olduğunu ve görselliğe düşen işler sayesinde sadece diyalogları ve eylemleri yazıp işin içinden çıkabileceğini anladım. resmen eğlendim yani yazarken.
yüz yıllık sigaram winston softu bırakıp lucky strike içmeye başladım, özentiliğimi yadsımıyorum. ama mad men öyle bir dizi ki özentisi olmakla bile gurur duyarım yani.
bilimkurgu sineması ile ilgili sunum yapmam gerekiyor pazartesi günü, 2001 a space odyssey i yapmak istemiyorum, 1984 ve geleceğe dönüşlerden birini de. peki ne yapayım. belki little shop of horrors u gösterip insanlara jack nicholson gençken ne tuhafmış dedirtirim. yazacak başka bir şey bulamadım çünkü çılgınlar gibi günlük yazıyorum.
bir genç kızın gizli defterinin yenisi çıkmış, ama okuyamıyorum. tansaş kasiyerinden bile utanıyorum ki alayım. kabalcıda kuul kitapların arasına sıkıştırıp çevik hareketlerle kapağını açtıktan sonra okumayı bile kendime yediremedim, bir de ona harcayacağın zamanda ... şekli uyarılar yapıp durdu yani beynim. zaten serra evlenmiş ve kocasıyla salak kaçamak tatillere falan gidiyordu, evlenmekten ve kaçamak tatillerden ve çocuklardan ve kocalardan ve ıssız sahillerde uzanıp doğayla bütünleşmekten nefret ediyorum. doğadan da nefret ediyorum, bir tek karadenizi severim, o da memleketim diye. doğa demek böceklerin nereden çıkacağını bilememe paranoyası demek benim için. böceklerden de nefret ediyorum, evet.