26 Şubat 2012 Pazar

önce müzik

sabahları uyanma müziği olarak bin yıldır kullandığım '' beyonce, lady gaga, rihanna '' üçlüsünden '' murat boz, atiye, hande yener '' üçlüsüne geçiş yaptım. şarkılara '' ınınınıınnnn ınınınınnn '' demeden, gönül rahatlığıyla eşlik edebildiğimden beri çok daha rahat uyanıyorum. dünyadaki bütün servisçiler boşuna power turk dinlemiyormuş.
bugün gülce'ye gidip yeni cami röportajıma kurgu yapacağım. kurgu aslında eğlenceli bir iş ama hep yumurta kapıya dayanınca yaptığım için gergin bir ortam oluşuyor. artık benden düzenli, dakik falan bir insan olmayacağını kabullendim ama. değilim yani öyle bir insan. kendimi bu kadar zorlamanın alemi yok. herkes bir şeylerini değiştirmek istiyor. dünyanın en akıllı, en iyi kalpli ve en güzel insanı bile değişmek istiyor. ben ne yapayım. o değişip x olacaksa ben değişsem x / 163463 falan olacağım ancak. ne lüzumu var değil mi. bu sabah   diğer günlere oranla bin kat falan neşeliyim, murat boz'un da bunda etkisi var yani. yazının olumlu ve aptal oluşunun kusuruna bakmayın. sevgiler.

22 Şubat 2012 Çarşamba

sakın sana ne deme sakın deme

bugün okuldan otobüs duraklarına doğru yürürken, güzel bir gün demiştim. eve geldiğimde hasta ve yalnız olmak, klimanın saçma sesi ve kedinin miyavlamaları ile kendini hatırlattı. hastayken annemi çok özlüyorum, insanların gülüşlerinde, konuşmalarında ondan bir şeyler görmeye başlıyorum hatta.
uyuşturucu bağımlısı bir çocukla yaptığı röportajı derste bize izleten sınıf arkadaşım '' tırnaklarını mı yiyorsun sen ? '' diye sordu çocuğa, kamera da ellerine yaklaştı, yiyormuş. meşa selimoviç, tedirgin beyaz kuşlara benzettiği elleri uzaklaşmak bilmeyen bu kameradan da görseydi dedim. çocuk, kendine güvenirmiş, arkadaşlarına sözünü dinletirmiş, çok fakirlermiş ama para önemli değilmiş, öyle imiş işte.

4 Şubat 2012 Cumartesi

tesadüf ve tevafuk

annelerinin sözünü dinlemeyenler, benim dinlediğim bütün hikayelerde mutsuz oldular. bu hikayelerin anlatılışındaki hırsı ve kurtulmuşluk sevincini görüp tiksinti duymak yetmez; ortada ürkütücü bir çoğunluk var çünkü. 
aslında hiçbir şey, anlatıldığı gibi olmamış oluyorken, hiçbir şey olduğu gibi bile olmamış oluyorken, gelecekten korkmanın ne faydası var bilmiyorum. olaylar arasındaki görünmez bağları - hani o sarmal kurgulu filmlerde, bütün hikayelerin aslında birbirine bağlanması şaşkınlığı - olurlarken görememek tamam da, olduktan sonra da her şey büyük tesadüflerden oluşuyormuş diye düşünmek ağır geliyor. ölmekten çok korkuyorum, aklıma her gün geliyor ölüm korkusu. başka bir şeyden bu kadar korksam başıma gelmezdi veya gelirdi - inanışın iki türlüsü - , ama o zaman diyebilirdim ki '' çok korktum diye böyle oldu '' . öldüğümde bunu başkaları bile diyemeyecek, değil ben.