23 Eylül 2013 Pazartesi

birinin hayatının sizi sarıp sarmalayan normalliğine itimat. kahvaltılar, televizyon programları, gazeteler, tıkır tıkır işleyen saatler, ikindi uykuları.
sonra o biri, gece beş buçukta uyanıp balkonda sigara içer, her şey yeniden tanımlanır, her şey insanı üzer. şekilsiz eşofman altları, pembe genç kız perdelerinin zamansızlığı, karşı pencereden yansıyan televizyon ışığı, ikindi uykularının lüzumsuz uzayışı üzer.
magnetlerle fazla neşeli buzdolapları, televizyonun çirkin neşesi, gülümseyen gülümseyen gülümseyen fotoğraflar, yeni beyaz eşyalar, yeni çantalar, ayakkabılar. beş buçukta uyanıp düşündüğün şeyi unutturmak için.

9 Eylül 2013 Pazartesi

Brandenburg

Uyduruk yazlık televizyonundaki kanalları kullanım sıralarına göre düzenledim. Kanal D'yi unutmuşum, çocukken en sevdiğim kanaldı, çok çizgi film vardı çünkü.
Ev işlerinden anlamam, yemeğe, bulaşığa, kahvaltının hazırlanmasına falan yardım etmem, temizlik yapmam. Üstelik bir şey önüme gelmezse söylenirim. O yüzden böyle ufak tefek işler becerince kendimi işe yarar hissederim.
Lafı gelmişken teknolojiden de anlamam, yön duygum yoktur. Bu iki konuyu erkeklere bırakırım, onların göreviymiş gibi bir sorun çıkarsa çözmelerini beklerim. Herkes beni sever, sevgililerim, arkadaşlarım, akrabalarım. Sevgililerim ölür gibi sever, boğulur, kaybolur gibi. Neyi sevdiklerini kendim göremedikçe onlara sorarım. Edebi cevaplar, yollar, yıldızlar, gökyüzleri, günler.
 Güneşten yanmışım, derim kızarıp kurumuş, çiller çıkmış suratımda. Kendi kendime ısı üretir gibi oturduğum yazlık ev kanepesinde, ne olacak diye düşünüp durdum. Temiz kalpler ile çok düşünen o samimiyetsizler arasında o kadar da fark yok gibi geldi. Zaten samimiyetsizler samimiyetsizi benim. Her şeyi düşünürüm. Üzülürken, çok üzülürken bile " aa çok üzülüyorum, çok üzülürken neler yapıyorum, çok üzülen diğer insanlara benzeyebiliyor muyum? " diye düşünürüm. Çünkü çok üzülen diğer insanlara benzemezsem çok üzülmüyorum demektir, ki en büyük korkum da bu tip şeyler işte, kendi robotluğumdan şüphelenir gibi dedektiflik yaparım bu yüzden.
Sözlerle, gülüşlerle, küçük, görünmez işaretlerle bir bilinmezliğin, olasılıklar fazlalığı saçmalığının içine çekildiğimi düşündüm, sanki herkesin yarın ne olacağını bilir gibi olduğu bu bomboş şehirde. Kararlılığım, tutkuyla istediğim ve kendimi onlardan mütevellit saydığım şeyler ağır ağır soldu da, içimde onlara benzeyen ama onlar olmayan, gerçeğe yakınlığıyla kibirlenen fikirler bıraktı sanki.
Ben de, sinema ve edebiyat dışında hiçbir şeyden anlamayan, onlarla da faşistlik ve ukalalık yapan biri olarak, öyle, hatta " öööyle " durdum gibi.