13 Temmuz 2010 Salı

hadi bir çılgınlık yapalım

dün bozcaadaya gittim, ayazma plajı diye bir yerde saatlerce güneşin altında uyudum ve şimdi canım acıyor biraz. çillerim geri çıktı, onları yakıp çil yerine suratımda küçük yaralarla yaşasam daha güzel görünebileceğimi düşünüyorum bazen. yapmayacağım elbette bunu (seni seni ) .

annem, babam ve ben olarak yaşadığımız hayata annemlerin arkadaşlarının evden gidişi neticesinde geri döndük. sıkılıyoruz ve buna huzur diyoruz bence. ev boş, filmlerim bitmek üzere ve onlar da olmazsa geceleri uyumamak için bir sebebim olmayacak ve bu beni sabahları uyanık kılacak ve her şey daha da fenalaşacak sanırım. filmciye gitmeyeceğim hayır, sevmiyorum altınoluk filmcisi adamı ( tamlama, ama )
gece saat altı gibi fırtına dizisinin tekrarı var, hakikaten moron bir dizi, ama murat yıldırım'a yıllardır aşık olmam onu izlemeyi bayağı neşeli kılabiliyor. sonra arka sıradakiler var saat yedide, o da zaten şahane, bilirsiniz. televizyonla aram iyi velhasıl, sen de olmasan diyorum ona içimden, ona ve ketıla. ( küçük serseri ) dördüncü kere aynı şarkıyı dinlediğim bu internet kafede, laptopumu yanıma almaya üşendiğim saniyeye lanet ederek sevgilerimi ve dünyanın bütün çiçeklerini yolluyorum size, fUnny och alexander.

6 Temmuz 2010 Salı

akşamlar sorun yaratır.

kendimi ifade etme arzumdan, insanların yüzlerine baktıkça arındığımı düşünüyorum bazen. çok sıkılıyorum, karşımdakinin anlamak istemeyeceğini ya da anlayamayacağını ya da dinlemek istemeyeceğini, çünkü onun anlatacaklarının aslında daha önemli olduğunu düşünüyorum. kimse sizi dinlemeyi öyle çok çok da istemez çünkü, anlatmak ister insan.
çok uzun bir zamandır dinliyorum insanları, kendimden bahsetmeyi biraz ayıp bularak ve onlar anlattıkça rahatlayarak dinliyorum hem de, kibar bir katil gibi biraz.
diyeceğim o ki; bunu yapmadığım ve deliler gibi kendimden bahsettiğim bir iki insan var hayatımda, anlatıyorum, anlatıyorum ve anlaşıldıkça daha da anlatmak istiyorum hep. anlaşılacağınızdan eminken anlatmak kadar rahatlatıcı az şey var çünkü hayatta. dün gece işte,- ya da evvelsi gece mi oluyor, bilemedim şimdi - geçmişte kaldığını düşündüğüm bir dostuma mail atarken, kendimden bahsetmekten ne çok keyif aldığımı düşünüp utandım biraz. anlatmak istedim ona, sayfalar boyunca, sorduğu sorunun cevabı haricinde başka pek çok şeyi de, neyi neden yaptığımı ve neden yapmadığımı ve yapamadığımı vesaire, anlaşılacağıma dair o güvenle daha fazla yazmayı istedim ben de. o güven - çaresizlik - utanç karışımı, katharsis benzeri duyguyla yazdıklarımın yarısından fazlasını, maili göndermeden evvel silerken, kendi bencilliğimden korktum da biraz. insanlarla aynı frekansı tutturabildiğim anda, korkunç bir gevezeye dönüşebilmem, kendi karakterim hakkında vardığım gururlu yargıları yıktı sanırım biraz, her neyse, ben konuşmasını bilmem Lili :)