23 Nisan 2014 Çarşamba

NO TEZER ÖZLÜ AT ALL, THANKS BYE.

Cortazar'ın biraz saçma sapan, edebi soğuklukla falan yazdığı öykülerini okuyordum. Hayatımın içtenliği göklere çıkaran ve snobları aşağılayan bir dönemindeyim. İngilizcesi phase ve bence ingilizcesi daha uygun cümleye. neyse öyle bir dönemdeyim, Beş Şehir'i okurken de Tanpınar'a bayağı sinirlendim bu yüzden. kitabı beğenmedim abi, dönem gençliği olarak Tanpınar beğenmemeye iznimiz var mı bilmiyorum ama, gerçekten beğenmedim. yani Erzurum, belki biraz, o da zorlarsak.
neyse, Tanpınar'a sinirlenmeden evvel diyordum ki, Cortazar okuyor ve azıcık beğeniyor, azıcık da Tezer Özlü'ye benzetip sinirleniyordum falan. sonra adam dedi ki, işte kahvede oturuyordum, yanıma bir arkadaşım geldi, iş yerindeki bir sorun yüzünden canından bezmişti. sonra içimden dedim ki, kendi hayatının dışına çıkıp büyük resme bakabiliyor mu acaba hiç, yani her şeyin anlamsızlığı içinde kendi yaşadığının önemsizliğini görebiliyor mu?
işte bu aforizmadan bozma klişe laflar beni nedense çok etkiledi. niye bilmiyorum, normalde kulağa tavsiye gibi gelen her şeyden nefret ederim, facebookta çok vakit geçirmenin yan etkisi olarak. ya bu arada geçen gün ne gördüm facebookta ,  '' bir mahalledeki hayvanlar sizden korkmuyorsa oraya yerleşin, çünkü komşularınız iyi insanlardır '' . peki söyleyen kim? GOETHE. 
kafamı duvarlara vurasım geldi. 
işte böyle Cortazar'dan beklenmedik bir şekilde çok etkilenince, dedim ki bunu bir deneyeyim bari. çünkü çok stresli bir işim var, çok stresli bir hayatım falan var resmen zira saplantılı derecede hırslı bir insan olduğumu anladım, üç yüz elli yaşımda. 
denemelerimi  ilk olarak gece yatağa yatıp uyumayı beklediğim ve gün içerisindeki olayları düşündüğüm sırada gerçekleştirdim. aklıma çok stresli bir şey geldi, kendi kendime dedim ki, aman boşver ne önemi var, büyük resim falan. ama o an lafların tamamını anımsayamadığım için ve '' büyük resim '' söz öbeği kendi kafamın içindeyken bile beni tiksindirdiği için konu dağıldı. 
ertesi sabah gene denemeye karar verdim, ama sonra kendi kendime dedim ki, stresli olmak harika. stresli olmayı rahat, gevşek ve yüz milyonuncu kez aynı saçma sapanlıkta diziler izliyor olmaya bin kere yeğlerim yani. resmen bir şey yapmak istiyorum ya, ben yani ben! evde oturup hayatım hakkında mızırdanırken kendimi aşırı akıllı bulmak haricinde bir şeyi yapmaya mecalim var, sevdiğim işi yapıyorum, sevdiğim okulu okumuşum, dünyada benim kadar büyük üşengeçler için bile bir kalk borusu varmış yani. 
işte bunları düşünüp hayat çok güzel ve ben asla evlenemeyeceğim dedim kendi kendime. iki düşünce bir arada geldi yani. zaten evlenebilecek bir insan olduğumu, içtenlikle düşünmüyorum. çok sinirliyim, çok çok çok. sinirime katlanılmayacağından değil, katlanılıyor. ama katlanılmasını izlemek çok acı verici oluyor, insan kendinden soğuyor falan. 
bir de, bunu söylemek ne kadar çirkin de olsa söyleyeceğim, hiçbir şeyi galiba, kendi yapabileceklerim kadar çok isteyip sevemem, önemseyemem. saçma sapan bir melankolinin içinde, '' büyük resmi '' göremeden, o bana şunu dedi, ben ona bunu dedim diyerek kaybolup gideceğim düşüncesi beni o kadar çok korkutuyor ki. kendimi, Delikanlı'nın Rotschild olmak isteyişi kadar idealist hissettiğim bu yazıyla sizlere elveda derken, öfkem hakkında ne dersem diyeyim, kendimi ne kadar yerersem yereyim, kime kaç desem hep kovalayacağını bilmenin samimiyetsiz neşesini taşıyorum dostlarım. elveda.