29 Haziran 2012 Cuma

to kill a mockingbird

kendi düşüncelerimi duyamadığım, hatta kendi düşüncelerim hiç var olmuyormuş gibi tuhaf bir his geliyor. içimden çıkıp olaylar, insan sesleri,sonu gelmeyen ve tanıdık olmadıkları için sevemediğim kuş sesleri arasında, günlük konuşmaların beynimdeki tekrarlarının arasında düşüncelerim ve kendiliğim sanki kaybolup gidiyor.
işe gitmeden önce sigara içip yolu ve insanları izlediğim bankta onları tekrar duyabildiğimde, herhalde burada bana tanıdık ve güvenilir gelen tek şey olmalarından sebep büyük bir huzur hissediyorum, içimizdekileri kimsenin bilememesi ne güzel, içimizde her şeyin olabilmesi ne güzel. böyle şeylere çocuklar sevinir herhalde yalnızca.
bir şeye bağlanmak istiyorum, bir insana değil yani, bir mekana, yiyeceğe, içeceğe, bir yola, duyduğum bir sese falan, ne olursa. Türkiye'deyken yalnız yaşamayı bu kadar sevebiliyor oluşumun, aynı şeyleri yiyor, yapıyor ve aynı yollardan aynı yerlere gidiyor olmamla bir ilgisi var gibi geliyor.
noodlelara bağlandım sanıyorum, ama onlar da fosforlu yeşil bezelyeleri ve milyarlarca kimyasallarıyla insana her lokmada daha da zehirlendiği hissini getiriyor biraz.
parise sürgüne gönderilen ahmet kaya'ya üzülerek, yanıma karamazov kardeşleri almadığıma hayıflanarak günler geçip gidiyor.
odada tek başımayım artık, oda arkadaşım sonradan striptizci olduğunu öğrendiğim zenci kız jamaicadan onu evlatlık alan ailenin yanına geri gidecekmiş. tek başıma olmak güzel mi bilmiyorum. hep tek başıma olduğum ve hep bunu istediğim için buradayım zaten, hala iyi mi bilmiyorum.

10 Haziran 2012 Pazar

- Doğrusunu istersen, dedi kedi, canım pek çekmiyor.
- Yanılıyorsun, dedi fare. Daha genç sayılırım ve şu son günlere kadar
çok iyi besleniyordum.

- Fakat ben de çok iyi besleniyorum, dedi kedi, hiç de intihar etmeye
niyetim yok. Anlıyorsun değil mi neden bunu olağan karşıladığımı şimdi?

- Sen onu görmedin de ondan, dedi fare.
- Ne yapıyor? diye sordu kedi.

Öğrenmek de istemiyordu doğrusu. Hava sıcaktı ve bütün tüyleri iyice
gevşemişti.

- Suyun kıyısında duruyor, dedi fare, bekliyor, saati gelince kalasın
üstüne çıkıyor ve ortasına kadar gidiyor. Bir şey görüyor.

- Pek bir şey göremez, dedi kedi. Olsa olsa bir nilüfer vardır.
- Evet, dedi fare, su yüzüne çıkmasını bekliyor öldürmek için.
- Aptalca bir şey bu, dedi kedi. Hiç ilgi çekici yanı yok.

- Saat geçince yeniden kıyıya dönüyor, diye devam etti fare, ve
fotoğrafa bakıyor.

- Hiç yemek yemiyor mu? diye sordu kedi.

- Hayır, dedi fare, gittikçe zayıflıyor ve ben de dayanamıyorum buna.
Bir gün şu koca kalasın üstünde yürürken tökezleniverecek.

- Sana ne? diye sordu kedi. Kederli olan o, sana ne oluyor?..

- Kederli değil, dedi fare, acı çekiyor. Benim de dayanamadığım bu
zaten. Bir de düşecek suya, çok eğiliyor.

- Öyleyse, dedi kedi, sana yardım edeyim, ama neden «öyleyse» dediğimi
de bilmiyorum, aslında hepsini anlamış değilim.

- Çok iyisin, dedi fare.
- Kafanı sok ağzımın içine, dedi kedi, ve bekle.
- Uzun sürer mi? diye sordu fare.

- Birinin kuyruğuma basmasını beklemek gerek, dedi kedi; hareketim çok
çabuk olmalı. Neyse, ben uzatırım kuyruğumu, sen korkma.

Fare, kedinin çenelerini araladı ve kafasını sivri dişlerin arasına
soktu. Ardından hemen çekti.

- Baksana bana, dedi, köpekbalığı yedin sen bu sabah galiba?

- Dinle beni, dedi kedi, beğenmiyorsan gidebilirsin. Ben zaten
istemeye istemeye yapıyorum şu işi. Git bak başının çaresine.

Bayağı kızmış görünüyordu.

- Alınma canım, dedi fare.

Küçük kara gözlerini yumdu ve kafasını yerleştirdi. Kedi, sivri
dişlerini yumuşak ve gri boynun üstüne usulca indirdi. Farenin bıyıklarıyla
kedininkiler birbirine karışıyordu. Tüylü kuyruğunu açtı ve kaldırımın üstüne
uzattı.

Aziz Jules yetimhanesinin on bir kör kız çocuğu şarkı söyleyerek
geliyordu.

5 Haziran 2012 Salı

kıskançlığın matematiksel duvarları

sırtımda bir kas seğiriyor. bugün wall marta giderken bindigim otobuste, hikayemi anlattigim polonyali bir kadin bana 20 dolar verdi. istemedim ama cok israr etti, its for good luck, its for good luck.. şanslilik mefhumu hakkinda dusunmedim hic, sansli bir insan miyim bilmiyorum. yerde para bulsam, baskasinin kismetidir deyip almam, sans deyince de aklima bir tek bu geliyor.alisveris arabalarini minik daglar haline getirmis üzgün obezleri gordukce godard i dusundum, burada olsa kendini begenmis cikarimlar yapardi dedim, ama bir durumdan tek bir sonuc cikmaz sevgili kibirli godard. alisveris merkezi panlarini, modernist kasa singirtilarini falan da zayif popona seyyapabilirsin yani, ben sirami onumdeki sismana verecegim, onun isi belli ki daha acele.