29 Haziran 2012 Cuma

to kill a mockingbird

kendi düşüncelerimi duyamadığım, hatta kendi düşüncelerim hiç var olmuyormuş gibi tuhaf bir his geliyor. içimden çıkıp olaylar, insan sesleri,sonu gelmeyen ve tanıdık olmadıkları için sevemediğim kuş sesleri arasında, günlük konuşmaların beynimdeki tekrarlarının arasında düşüncelerim ve kendiliğim sanki kaybolup gidiyor.
işe gitmeden önce sigara içip yolu ve insanları izlediğim bankta onları tekrar duyabildiğimde, herhalde burada bana tanıdık ve güvenilir gelen tek şey olmalarından sebep büyük bir huzur hissediyorum, içimizdekileri kimsenin bilememesi ne güzel, içimizde her şeyin olabilmesi ne güzel. böyle şeylere çocuklar sevinir herhalde yalnızca.
bir şeye bağlanmak istiyorum, bir insana değil yani, bir mekana, yiyeceğe, içeceğe, bir yola, duyduğum bir sese falan, ne olursa. Türkiye'deyken yalnız yaşamayı bu kadar sevebiliyor oluşumun, aynı şeyleri yiyor, yapıyor ve aynı yollardan aynı yerlere gidiyor olmamla bir ilgisi var gibi geliyor.
noodlelara bağlandım sanıyorum, ama onlar da fosforlu yeşil bezelyeleri ve milyarlarca kimyasallarıyla insana her lokmada daha da zehirlendiği hissini getiriyor biraz.
parise sürgüne gönderilen ahmet kaya'ya üzülerek, yanıma karamazov kardeşleri almadığıma hayıflanarak günler geçip gidiyor.
odada tek başımayım artık, oda arkadaşım sonradan striptizci olduğunu öğrendiğim zenci kız jamaicadan onu evlatlık alan ailenin yanına geri gidecekmiş. tek başıma olmak güzel mi bilmiyorum. hep tek başıma olduğum ve hep bunu istediğim için buradayım zaten, hala iyi mi bilmiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder