duyduğuma göre Hızır ( a. s. ) çok sabırlı biriymiş, Musa peygamber değilmiş. Musa, Hızır'ın yaptığı göze yanlış görünen şeyleri hep sorgulamış, vaktinin gelip de yanlışların aslında doğru olduğunun ortaya çıkmasını bekleyememiş. '' ne yaptın ? '' demiş, '' neden yaptın ? '' , '' niye yaptın ? ''
Hızır, Hızırlırlığından sebep, sorulara hiç sinirlenmemiş, hep gülümsemiş, '' bekle '' demiş, '' bekle, anlayacaksın '' . Ama Musa bekleyeyim diye kendine verdiği onca söze rağmen, onca Allah inancına, itaatkarlığına rağmen bekleyememiş; hep merak etmiş, hep karşı çıkmış.
En sonunda onun sorularından illallah eden Hızır yanından kaybolup gidiverdiğinde, Musa gerçekleri anlamanın ve Hızır'ı yitirmenin vicdan azabıyla kalakalmış.
konumuz sabır olsun, ben Musa olayım. konumuz sabır, ben Musa, Musa kadın cinsinin tamamı olsun; ben hiç bekleyemeyeyim - çünkü ben beklemeyi de, sabretmeyi de bilmem, beceremem - ve Hızır elbette, sabrı, sessizliği ve bilgeliği ile erkek cinsi olsun - çünkü kadın merakına ve sabırsızlığına maruz kalan hep bu cinstir, ne acı - ve bu kadın cinsi, bu erkek cinsine hep soru sorsun, anlayamadığından, merakından ve korkusundan, öfkesinden. erkek hep sabretsin, gülümsesin ve gülümsemenin, sabrın erkek tarafında, güçlü tarafında, içi rahat, doğru bildiğinden emin, kendine inancı tam olsun.
kadın sordukça ve cevap alamadıkça, eninde sonunda anlaşılacağından emin erkek, yakın ya da uzak bir gelecekte ona yapılan bu haksız sorgulamalardan duyulacak pişmanlığı hayal etsin, rahatlayacağını bilsin. aptal kadın ise bunu düşünemesin, kendi öfkesi ve anlayamadıkları hariç hiçbir şeyi düşünemesin, uykunun ortasında rahatsız edici bir sinek vızıltısı gibi sürekli sorsun, yanıt istesin, sinir bozsun, kavga çıkartsın.
konu sabır olsun. konu sabır olduğunda ben hep ama hep Musa olayım, çünkü susmayı hiç bilemeyeyim, hatta ben Musa'ya hak vereyim, Hızır ağzını açıp da iki çift laf etse ne çıkardı diyeyim. ben bir şeyi söylememenin söylemekten neden yeğ olacağını hiç anlayamayayım, ne olursa olsun duymak isteyeyim. ben Musa'nın genç kalbi olayım, duyduğu, gördüğü kadarını bilen ve yalnız bunlara inanan kalp olayım, Hızır, her şeyi görüp geçirmişliği ile susarak, sabrederek, kendi vicdanına inanarak ve heyecanıma gülümseyerek bana yol göstermek istesin, ben yolu göremeyeyim, merak ve öfkeden, kendi bildiklerime inancımdan gözlerim körleşmiş olsun, ben burnumun dikine gideyim, sabrın, itaatin ve inancın yolu bana görünmez kılınsın. ben bu yolda yalnız kaldığımı, Hızır'ın da, sabırlı ve üstün gülümseyişinin de yanımda olmadığını fark ettiğimde artık çok geç olsun, Musa peygamber gibi, etrafıma bakınıp da onu göremeyince gerçeği anlayayım, acımdan ve pişmanlığımdan, iki denizin birleştiği yerde, kayalara kapanayım, hüngür hüngür ağlayayım.
ama lütfen, Hızır da beni bırakıp gittiği yerde, sabrı ve sonsuz gülümseyişiyle yalnız olsun, yapayalnız.
çok güzel yazmışsın ve neye istinaden yazdığını merak ediyorum bir yandan da behzat ç.'yi dinlerken. ancak ben -bilmiyorum kendimi konumlandırmamla alakalı genel bir sorunuma mı delalet eder bu- kendimi musa da yapamadım hızır da bu yazıda. ya da şöyle diyeyim: ikisi de yaptım yani. tekrar ediyorum ama: çok güzel yazmışsın.
YanıtlaSil