Bazen insanların hayatlarından nasıl şikayetçi olmadıklarını gerçekten anlayamıyorum. Kendimi onların yerine koyduğumda sadece her gün ağlama krizleri, kafamı duvarlara vurmalar ve saçlarımı yolmalar görebildiğim bir hayatı sıfır şikayetle geçiriyorlar, yalnızca nasılsın sorusuna verilen o saat tıkırtısı iç sıkıcısı cevap " ne olsun işte, hep aynı " ardından iç çekiş ve şikayet faslı bitiveriyor. Kimse o hep aynı hayat için söylenmemişse, mızmızlanmamışsa belki aslında öyle değildir, her şey görecelidir, hayat zevkler ve renkler yahut zevksizlikler ve renksizliklerdir diyorum, ama ben kendi kendimi başkaları için bile avutamıyorum. Sıkılan insanlar ne yapmalı? Faşizan şeylet geliyor aklıma. Karşımda bir kız gerçekten mazeretim var şarkısındaki " mazeretim var, asabiyim ben " kısmını sorguladı şimdi. Mazeret değilmiş asabiyet, haberiniz ola.
İzmiri seviyorum ve çok özleyeceğim. Bu duruma galiba hayatım boyunca surat asacağım ve lisede yaz tatilinde almanyaya gidip dört yıl boyunca " almanyada şöyleydi, almanyada biz şöyle yapardık " diyen arkadaşıma ettiğim küfürleri artık ben yiyeceğim. Görüntüleri, güzel günleri, neşeleri aklıma kazımak istiyorum hep, panikle. Kuaförün önünde sigara içerken toprağına kül döktüğüm güllerin görüntüsü, apartman kapısının önünde oturduğum bahar akşamlarında bacaklarımın arasına başımı eğip dalıp gittiğim fayansların desenleri, balkonumun sağ köşesinden sarkınca görünen bahçedeki paslanmış motorsiklet, sokağın girişindeki caminin hacı yeşilinden koygun , ümitli ışıkları, sabahları salondaki toz zerreciklerini aydınlatan güneş, komşu apartmanın bir tane kopardım diye kızdığı, inadına gece gidip bir demet topladığım leylakları, güzelyalı sahilin tuhaf sonsuzluk duygusu. her şeyi unutacağım gibi geliyor şimdi.
25 puntoyla yazsaydın, az olmuş. :)
YanıtlaSil