29 Ekim 2011 Cumartesi

the apple doesn't fall far from the tree.


komşular galiba kavga ediyorlar. kavga eden insanları dinlemeyi veya seyretmeyi hiçbir zaman sevemedim. seyreden veya dinleyenlerin, suya sabuna dokunmadan belli bir adrenalin seviyesine ulaşabildikleri için bunu yapmaktan keyif aldıklarını düşünüyorum, ama benim için böyle olmuyor, korkuyla karışık bir uzaklaşma isteği hasıl oluyor daha çok.
bankaların devlet daireleri gibi sinir bozucu ve kasvetli yerler oldukları eski zamanlardan birinde ( gerçi hala öyleler herhalde, ama bunu saklamaya çalışıyorlar şimdi ) babamla Türkiye İş Bankası'na gitmiştik. babamın bir işi vardı ve çok uzun bir kuyrukta o sıkılarak, ben de çocukluğun verdiği merakla herkese ver her şeye uzun uzun bakarak, bekliyorduk. sonra, sanıyorum ki bankanın kapanış saati geldi ve kapıdaki görevli insanları dışarı çıkarmaya başladı, gergin bir ortam oluştu, insanlar bugün halledilmesi gereken işleri olduğu için gitmek istemiyorlardı, saatlerce sıra beklemişlerdi ve ertesi gün aynı şeyi yine yaşamamak için bağırıp çağırıyorlardı vesaire. biz dışarı çıkmak üzereyken kapıdaki görevli yaşlı bir adamı bankadan çıkması için sertçe itti, babam da adamın yakasına yapıştı ve ona bağırdı, ne söylediğini hatırlayamamakla beraber çok korktum, adamın babamı öldüreceğini ve yalnız kalacağımı, eve dönemeyeceğimi düşündüm ve bunun gibi başka şeyleri. oysa adam babam ona bağırınca özür diledi ve '' kusura bakma abi '' tavrıyla geri çekildi.
bu, ailemdeki birinin dış dünyadan biriyle çatıştığına ilk şahit oluşumdu, babamla ve o yaşlı adamı savunuşuyla gurur duymamıştım, bunların küçük kızların babalarını kahramanlaştırıp gurur duymaları gereken hareketler olduğunun bilincine varamayacak kadar küçüktüm, babamı kaybetme ve dolayısıyla kaybolma korkularıyla başa çıkmaya çalışıyordum sadece.
bu olaydan sonra, çocukluğumun büyük bir kısmı boyunca İş Bankasından nefret ettim, olayla temelde bir ilgisi olmamasına rağmen nerede bir İş Bankası görsem içim sıkılıyordu ve uzaklaşmak istiyordum. Evin dışındaki dünyanın karşıma çıkardığı böyle tatsızlıkların insandaki etkilerini, biraz cinsel tacizin etkilerine benzetiyorum esasen, o gün bankadan eve dönerken ilk defa '' hiç evden çıkmasak '' diye düşündüğümü hatırlıyorum çünkü ve orta okulda tacize uğradığımda da aynı panikle evden çıkmamak için deliler gibi ağlamıştım.
böyle durumlarla nasıl başa çıkılacağına dair tutumu, ailemizi taklit ederek geliştiriyoruz herhalde, babam o gün o adama bağırmamış olsaydı, ben ortaokulda muhtemelen evden çıkamayacaktım ve bu da - en azından bir süreliğine - ailem için anlaşılabilir bir şey olacaktı. ama annem de babam da beni okula neredeyse zorla gönderdiler ve doğru şeyi yapıp yapmadıklarını bilmemekle beraber, o gün dışarı çıkabilmiş olduğum için memnunum şimdi.
tek başıma eve çıkıp evde vakit geçirmeyi biraz fazlaca sevmeye başladığım günlerden birinde, aklıma bu taciz hikayesi geldi, çünkü komşudan ödünç aldığım çekici geri vermek istemiyordum. bu kadar basit bir şeyi yapmaktan bir hafta boyunca kaçmış olmak gerçekten tuhaftı, kendimi asosyallik ve pek çok '' hayattan korkma '' zırvalığıyla suçladım uzun süre.
ama olay hakikaten de yalnızca gidip zili çalmak değildi sanki, evimin bu kadar yakınında tanımadığım biriyle konuşmak zorunda olmak, lüzumsuz çok teşekkürler'in olmazsa olmazlığı ( alt tarafı bir çekiç yani ) ve sonra onların da benden bir şey isteyebileceği, kendimi anlamsız kısır + ev poğaçası temalı muhabbetlerin ortasında bulma korkusu vesaire. anladım ki, 13 yıl bir apartmanda oturup kimseyle tanışmamış bir ailenin çocuğu olarak tek sorunum, komşulardan nefret ediyor olmamdı. ve yine anladım ki, bu nefrette sonuna kadar haklıydım çünkü komşular, dışarısı ve ev diye ayırdığım hayatımdaki ayrımı silikleştiren, evi de biraz dışarısı yapan lanet varlıklardır ! ( ünlem için kendisi de başlı başına bir ünlem işareti olan andrey dolgorukiy'e ( delikanlı - dostoyevski ) teşekkür ediyorum ) çat kapı gelebilme özgürlükleri olan, kendi aralarında tuhaf ritüellere ve arkadaşlık kodlarına sahip, evde olmayan bir şeyi sürekli birbirinden isteyip karşılığında bambaşka şeyler veren insanlardı onlar, üstelik sizi yargılıyor ve bunu en az hazırlıklı olduğunuz halinizdeyken - ev hali - yapıyorlardı. komşuluk ilişkisi denilen şey karşılıklı bir tacizden ibaretti, komşular da birbirini taciz etmekten keyif alan tuhaf yaratıklardı.
bir dahaki sefere çekice ihtiyacım olduğunda gidip çekiç almaya kesin olarak karar verdikten sonra, komşunun zilini çaldım. ( ilginç bir sona ulaşmak için değil, bilgi vermek için söylüyorum ) evde yoklardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder