8 Haziran 2013 Cumartesi

hatay metrosunun inşaatı tamamlandı, dünyanın sonu da geldi.

ne yaptığımı bilmiyorum, gerçekten. olayların, insanların arasında, karmaşanın arasında sürüklenip gidiyor gibi hissederek, hep bir şey olsun, net ve kesin bir şey ve dünyam aydınlansın istiyorum.
gelişim psikolojisi, bireyin ergenlik döneminde aile ile çatışması gerektiğini söylüyor, yoksa fena. kendi kendime diyorum  ki, ben çatıştım, o kadar çok çatıştım ki hem de, ailemle, arkadaşlarımla, kendimle ve neyle çatıştığımı bile bilmeden her şeyle. üzgün ve mutsuz ve sinirli olduğumu o kadar çok söyledim, söylemediğimde bir şekilde gösterdim, bütün o ergenlik klişelerini istisnasız yaşadım diyorum.
şimdi ise, o kadar çok üzüldüğüm ve üzdüğüm için pişmanlık duyduğumdan mı bilmiyorum, ama üzüntü bahsi açılınca birkaç manevra yapıp konuyu değiştiriveriyor gibiyim. üzülemediğim için de işte veya düşünmediğim için pek, ne yaptığımı gerçekten anlayamıyorum. olayların dışardan bakınca nasıl göründüğünü bilemiyorum, sonuçları kestiremiyorum. kendinden emin, gururlu ve ukala konuşmalar yapıyorum, zihnim tamamen açık ve yapacaklarım çok netmiş gibi. fakat hiçbir şey olmuyor, konuşan da, sürüklenip giden ve ne yapacağını bilemeden mucize bekleyen de benim.
izmir'den ayrılmama birkaç ay kaldı, tam süresini hesaplayıp daha da gerilmek istemediğim için düşünmüyorum bunu. her şeyi özleyeceğimi, buradan gidince hayatın bir şekilde boğucu ve monoton hissettireceğini, şimdi kendiliğindenmişcesine içinde hissettiğim arkadaşlıkların, içine girdiğimde hep bir şeyin parçasıymış, büyük ve neşeli bir aileymiş gibi hissettiğim okulumun, sevdiğim sokakların, kafelerin, kordonda upuzun ve anlamsız yürüyüşlerin İstanbul'da beni beklemediğini biliyorum.
son yılda ve özellikle şu son birkaç ayda kapıldığım o her şeyin elimden kayıp gittiği hissi, giderek daha baskın olmaya başlıyor. sokağa çıkmak istiyorum, arkadaşlarımı, sevgilimi, sokakları biraz daha görmek, biraz daha okula gitmek, biraz daha yürümek ve mümkün olsa hiç uyumamak. ve tüm bu isteklere, içimdeki yıkıcı boyutlara varmış denilebilecek coşkuya rağmen evde kalakalıyorum çoğu kez, internetten yemek sipariş etmek için gereken sosyal cesareti bile bulamadan, bırak dışarı çıkmayı. pişmanlıktan çok korkuyorum. pişmanlıktan değil de galiba en çok, geri dönülmezlikten. insanlarla da, hayatımla da geri dönülmez bir noktaya gelmekten ve iç çekip ölüvermekten. baş edemediğim öfkemle insanları bir gün usandıracağımı, sevdiklerimin beni dönüşsüz bir boğulmayla silivereceğini akıllarından ve tembelliğimle hiçbir şey yapamadan yaşlanıvereceğimi, çocuk seslerinin duyulduğu fakir bir semtte kararmış demlikte çay yaparken kendime, artık neredeyse öleceğimi fark ettiğim o anı düşünüyorum. korkuyorum, hiçbir şey yapmıyorum ve yapmadıkça daha çok korkuyorum. allahım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder