19 Ekim 2013 Cumartesi

an eye for optical theory

insanlara bakıp hayatlarının nasıl olduğunu hayal etme eğlencesini bilirsiniz. hani genelde arkadaşlarla yapılır, başkalarına anlatılırken de '' zeki ve yaratıcıyız , sizin gibi tabu oynamakla vakit öldürmüyoruz '' altmetninden geçilmez.
ben o işi çok yapıyorum işte, gerçekten çok. sadece insanlarla da değil, akşamları ışıkları yanan evlerle, çöpün kenarına koyulmuş ev eşyalarıyla, ucuz kıyafetlerle falan. fakat yalnızca bir noktaya, genelde kadınlıkla, sıkıntıyla ve işte bir hale fazlasıyla ait olmakla ilgili bir noktaya varıyorum. herkes mutsuz evlilikler yapmış ( mutlu evlilikler bile bana mutsuz geliyor çünkü ), herkes ankastre mutfaklara fazla takılmış, herkes aşırı temiz, diziler, salça ve soğandan mütevellit ev kokuları falan.
kadın olmakla alakalı bir sorunum olduğunu, aptal bir psikolojik değerlendirmede '' hangi hayvan olmak isterdiniz, neden ? '' sorusuna '' erkek bir çita olmak isterdim, çünkü istediğim kadar koşabilirdim ve yavrularla ilgilenmem gerekmezdi '' yazarken düşündüm. aslında sorun kadın olmakta da değil de, dışarı çıkmakta. o kadar çok evde oturan, evini saplantı haline getirmiş kadın tanıyorum ki - ve gurur duyuyorlar bununla - bir noktadan sonra temizlik saplantısı ve salça kokusu cinsiyetime tanımlanmış bir yazgı gibi görünmeye başlıyor, üstelik bütün bu sıkıntılara, tekrarlara ve monotonluğuna rağmen, yahut bunlar yüzünden diyelim, çekici bir tarafı da var.
şimdi evlensem, ki şimdi evlenebilirim eğer gerçekten istersem, bir kocam olsa ve işte sevimsiz ama bana sevimli gelen birkaç çocuk, onların başarılarıyla övünmek hayatımın odağı haline gelse ve başkalarının çocukları ne kadar başarısızsa benimkiler o kadar başarılı olsa, güzel bir mutfağım, bütün o asitli ve parçacıklı temizlik jellerim, uyumlu mobilyalarım, temizlikten ofis karaktersizliği payesine ulaşmış bir evim olsa. işte şimdi tüm bunlar olmuş olsa, ne düşünüyor olurdum? bu saatte bir dizi olur muydu, yerde bir toz zerreciği görmüş, onu elimle alıp çöpe atmış, elimi yıkamış,perdeleri örtmüş ve kocamın yanına uzanmış olur muydum?
hayat güzel bir kayboluşun içinde, amaçsızlığın kendi kendine üretip durduğu küçük amaçlar içinde, dertsiz tasasız geçip gidiverir miydi?
böyle kaybolmuş hallere kendimi koyduğumda, en çok uykuları düşünürüm. üstünde fazla düşünülmemiş bir hayatın, tavana bakılmayan, yanındakinin huzur telkin eden nefesleriyle ve koluna elini değdirdiğinde sana da bulaşıverecek gibi olan masumiyetiyle dalınan güzel uykuları.
benim uykularım güzel değil, yapmadığın şeyleri düşünmemeye çalışarak, yapamayacağını düşünmemeye çalışarak, yalnız olmayı tercih etme sebeplerini rasyonalize etmeye çalışarak dalınan uykular. benim uykularım bir şeyden kaçabilmenin uykuları.
üstüne üstlük, bir şey yaptığım da yok. hayat elimden kayıyor diye korkmaktan, çürümeye başladığımı düşünmekten ve başkaları ne yapıyor da her şey bu kadar yolunda ve olması gerektiği gibi görünüyor diye düşünmekten başka.

2 yorum: