3 Haziran 2014 Salı

Sıcak Saatler meets Esra Erol

mutsuz olduğum zamanlarda, çocukken okuduğum kitapları tekrar okuyup, izlediğim dizileri tekrar izleyip mutlu olmaya çalışırım. bir anda günde neredeyse bir paketten iki sigaraya indiğim ve deliler gibi sıcak saatler izleyip masal okuduğum şu zaman zarfında, sigara içme alışkanlığımı değiştirmemden bağımsız olarak biraz mutsuz olduğumu itiraf etmek gerek. bir öğretmenim vardı, bana özel ders veriyordu, kimya ya da fizik gibi bir şeyden, ya da adı fen bilgisi de olabilir, çünkü orta okuldaydım. sigarayı bırakmak istiyordu ama önce kilo vermesi gerekiyordu, evli değildi ve pek güzel bir kadın da değildi. yaptığım bir resmi alıp saklamıştı, tuhaf bir kadındı ama birbirimizi seviyorduk. Leventte oturuyorduk, çok ünlü pastaneler vardı, hala ünlüler. sınavım iyi geçerse onlardan birinde bana dondurma ısmarlamak istiyordu, ama sınavdan sonra beni aradığında onu oyalamıştım.o zamanlar da yabaniydim, biriyle zorunluluktan görüşüp iyi zaman geçiriyorken birdenbire ortam değiştiğinde ne diyeceğimi bilemez olacağımı düşünüyordum, hala öyle düşünüyorum.
evli olmayan pek güzel olmayan kadınlarla evli ve güzellikleri mevzu edilmeyen kadınlar arasında, yaşanan mutsuzluklar açısından kayda değer farklar oluyor galiba. bugün çok bunalıp ne yapacağımı bilemediğim bir anda kendi kendime dedim ki '' ulan evlensem mi ? ''. çünkü kendi ayaklarımın üzerinde durma fikri o an bana çok inanılmaz görünmüştü, nasıl olacak, ne yapacağım, yapsam bile istediğim şeyi mi yapacağım falan filan. evlenebileceğim insanları düşündüm, neredeyse bütün eski sevgililerim benimle evlenmek ister gibi geldi, böyle mesnetsiz bir kendime güvenim var. neyse işte, tek tek kafamda canlandırdım falan, hepsinin kusurlarından ziyade, hayata tutunamamışlıkları onları '' evlenilmez '' statüsüne soktu kafamda. yani ben zaten becerememe korkusuyla evleneceğim demişim, benim gibi birini ne yapayım. sonra alternatif olarak, başarılı, hayata tutunmuş ve işte gelecek korkusu olmayan insanlarla evlenmeyi düşündüm. ama o insanlar da bana o kadar çirkin, sevimsiz, o kadar işte ne bileyim fena geliyor ki.
çocukluk arkadaşımın kocasıyla yakın zamanda oturup konuştuğumuz bir akşam geldi aklıma, gerçi o çok uç bir örnekti, çünkü kendini hayata tutunmuş olması üzerinden tanımlamak zorunda kalmış, ortaokul mezunu olmakla gururlandığını sanan ama sürekli bu yüzden acı çeken, zengin bir tipti falan. bu cümleyi kurmuş olmaktan biraz utanıyorum, ama gerçek işte. neyse bu çocuğun farklı varyasyonları gibi geliyor bana bu hayatı iyi gidenler, yani önemsenmeyecek şeyleri çok önemsemeler, şirketler, işler, güçler derken ben de onu pohpohlamakla yükümlüymüşüm gibi bir durum ortaya çıkacak. her şey çok çirkin ve gösterişçi olacak.
dedim ki yok evlenmeyeyim. gerçi evlensem mi derken de evlenmeyeceğimi biliyordum, yalan söylemek istemem. kendi kendime aferin mi demiş oldum işte, ne yapmış oldum, neyse. ama korkum biraz geçti bunları düşününce. zaten evlenmek ve mutlu olmak gibi bir seçeneğim olmadığını kendime kanıtlayınca, diğerini ben seçmemişim ve olacaklardan o kadar da sorumlu değilmişim gibi oldu, iyi oldu.
neden bu blogu Esra Erol'un çöküşüne sebep olmak isteyen bir yere dönüştürmeye çabalar gibi yazıyorum  birkaç seferdir ben de tam bilmiyorum. acaba çok evlenesim var da kendi kendimi kandırmaya mı çalışıyorum. hani klasik bir laf var ya, bir insan bir şeyin varlığından ne kadar çok söz ediyorsa o kadar onun eksikliğini hissediyordur falan, ya da öyle bir şeydi işte. acaba öyle mi. öyle değil ama, öyle olsa bilmem gerekmez miydi? bence gerekirdi. yani birazcık olsun bilirdim. evet neyse. elveda.

1 yorum: