bu istanbuldaki ilk gecem, tatil dönüşü yani. tam manasıyla kaldığım yerden devam ediyorum ama, yine sabahladım, tost yedim, film izledim ve kola içtim.
insanlar sahura kalktılar ve biri allah belanı versin dedi az evvel, ironi olsun diye değil ( ve fekat mfö göndermesi olsun diye )
bmc almanyaya, ufuk da barcelonaya gidecek, istanbulda bir aydan fazla bir zaman kalacağım ben de. çınaraltında bmcyle oturup kurabiye yiyemeyeceğim bir istanbul bana ciddi manada anlamsız gelecek sanırım. şaka yapmıyor oluşum pek fena.
en yakınımdaki insanlardan uzaklaştığımda ya da onlar benden uzaklaştığında, üzüntü falan filan haricinde bir de belirgin bir rahatlama hissediyorum. hayatım boyunca böyle oldu bu, ama fazla genel olduğu için sebebi üzerinde düşünmeye lüzum görmüyorum da. bana bağlanacak çünkü mevzu ve dil sürçmelerimden reklam seyrederken açılan ağzıma kadar her şeyi bir şeylere bağlamaktan usanmaya başladım.
hayatımda ilk defa, sevgilimle tatil yaptım, denize girip dondurma falan yedim. her şeyin ciddileşip kocaman mermer heykeller gibi başımda dikilerek bana sorumluluklarımı hatırlatacağı hissi olmadan hem de. çok, çok güzeldi. birini sevmenin tam olarak elbiselerini koklamaya başladığınız noktada ortaya çıkan bir hissiyat olduğunu düşünüyorum, kendi hayatımı zorlaştırma çabamın aslında onu hiç de heyecanlı kılmadığını düşünüyorum, oluruna bırakmak deyiminin doğruluğunu düşünüyorum.
iftar vakti bomboş olan sokaklarıyla istanbul'a girerken, çocukluktan gelen ve neon lambalarla, otobüs homurtularıyla beslenen bir mutsuzluk geleneğinin hayatımı ele geçireceği hissine kapılmış, bu duyguyu sevmemem gerektiği halde benimsemiş ve içselleştirmiştim. şimdi uzaktaki uğursuz köpek havlamaları ve su şırıltısını da andıran ağustos böceği sesleriyle beraber bunun aksini düşünüyoruz. her şey olması gerektiği gibi ve olabileceği tek şekilde gerçekleşecek, yolunda gitmeyen şeyler bile aslında yolunda gidecek ve ben hiçbir şeyi gerçekten değiştiremeyeceğimi bildiğimden sorun çıkartmayacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder